Devlet aygıtı, ekonomi, kültür ve eğitimle alakalı para getiren bütün alanlardan mümkün olduğunca çekilmelidir. Çünkü devlet, tabiatı gereği verimsiz ve kötü üretir. Oysa serbest piyasanın “görünemez eli” daha ucuza, verimli ve kaliteli bir biçimde üretir. Devlet, kendi varlığını iç ve dış güvenlik ile adalet alanına sıkıştırmalıdır.
Ayrıca devletin egemenliği de kısıtlanmalıdır. Daha “demokratik ve güçlü” devletlerin insan hakları adına antidemokratik ve zayıf devletlerin egemenliğini aşarak müdahalelerde bulunması meşrudur. Neoliberalizmin ideolojik-politik hegemonyasının sürdüğü 1990-2008 yılları arasında küreselleşme literatüründe “radikal küreselleşmeciler” diye anılan ideologlar; milli devletlerin aşıldığı ve insanlığının milli devlet ötesi bir aşamaya geçtiği teziyle birlikte çok kültürcülük, etnikleştirme, federalleştirme eksenli olarak yoğun bir şekilde savunmuşlardı. Hiper-küreselleşmeci tezlere göre milli devletlerin yerini üretim bölgeleri almalıydı. Radikal küreselleşmeciler, aşıldığını ileri sürdükleri milli-üniter devlet yerine çok kültürcülüğün ve çok milletli federalizm uygulamalarının alması gerektiğini iddia ediyorlardı.
Hiper-küreselleşmeci ideoloji ve politikalarının temel hedefi milli devletlerin zayıflatılması ve tahrip edilmesiyle birlikte “Çok Uluslu Şirketlerin” yeni sömürge alanları olarak gördüğü bölgelere yönelik olarak tasarlanan ve uygulanan politikalar vasıtasıyla hedef alınan ülkelerin adeta parçalanmasına hazırlanıyorlardı. Ancak çok beklenmedik bir şey oldu. Neoliberal küreselleşmenin çok kültürcülük, etnikleştirme, federalleştirme propagandası çevre ülkeler ile sınırlı kalmamış, ABD ve AB başta olmak üzere merkez ülkeleri de yıpratmaya başlamıştır. Batı kapitalizminin tetiklediği etnikleşme tartışma ve politikaları, bazı AB ülkelerinde ve ABD’de bir iç sorun olma niteliği kazandı.
Nitekim, hukuken üniter devlet niteliği taşıyan Büyük Britanya’nın bir parçası olan İskoçya, 2014 yılında İngiltere’den ayrılmak için referandum yapma noktasına geldi. İskoçya’nın ayrılması durumunda Kuzey İrlanda’nın da İngiltere’den ayrılması kaçınılmaz olacaktı. İskoçya’nın ayrılması zor durduruldu. Hukuken üniter devlet olmasına rağmen özerk bölgelerin ayrılıkçı akımlarının güçlenmesi neticesinde İspanya’nın en zengin özerk bölgeleri olan Bask ve Katalonya da ayrılma süreci içindedirler. Üniter devletten federal devlete dönüşen Belçika’nın Valonlar ile Flaman bölgesi arasında iki devlete ayrılması sadece uygun Avrupa konjonktürünü beklemektedir. Korona sonrası dünyada yaşanan gelişmeler ile Avrupa Birliği’nin bir bilinmezliğe sürüklenmesi durumunda Belçika ikiye ayrılabilir. Koronavirüs salgınından en derinden etkilenen ve bir Avrupa Birliği ülkesi olan İtalya salgın öncesinde dahi ikiye ayrılmıştı. Zengin Kuzey İtalya, fakir Güney İtalya’dan ayrılmak tezlerini seslendiriyordu. Korona salgını sonrasında İtalyan milli birliğinin daha güçlü olup olmayacağını göreceğiz. Milli Kimliğin güçlü olduğu Almanya’da dahi, Federal Almanya Cumhuriyeti’ne tarihsel farklı kimliğinden dolayı “Freistaat (Özgür devlet) Bayern” olarak katılan Bavyera’nın Federal Almanya’ya aktardığı paradan daha azını federal bütçeden aldığı gerekçesi ile ayrılma tartışmaları başlamıştı.
ABD’de Hispaniklerin ve diğer azınlıkların 313 milyonluk ABD toplam nüfusundaki oranının % 38.5’e kadar yükselmesi ve 2040’da beyazların azınlığa düşeceği öngörüsü tartışmalara neden oluyor. Amerikan güvenlik camiasının en önde gelen isimlerinden Samuel Huntington’un “Biz Kimiz” adlı kitabında neoliberal çok kültürcü Amerikan siyasal elitlerinin milli kimliklerini yitirerek Amerikan halkından koptuğunu ileri sürdü. Özetle, milliyetin yerine milli kimliksiz/menfaatçi bireyi koyan neoliberal küreselleşme fikri, ortaya çıktığı topraklarda dahi tepki toplamaya başladı. Bu ülkelerdeki halklardan yükselen tepkiler üzerine ABD ve Batı Avrupa’da etnik-liberal politikalar hızla terk edilmeye başlandı. Batı dışı dünyada etnik sorunları tetikleyen ve politikleştiren ABD ve AB şimdi etnik sorunu denetim altına alabilmek için kültürel çoğulculuktan federalizm ve ayrılmaya giden süreçleri tekrar gözden geçirip, millî devleti güçlendirme arayışları içine girmeye başladılar.
İngiltere Başbakanı David Cameron, 2011’de çok kültürlülüğün bir toplum vizyonu verme konusunda başarısız olduğunu belirtip, “yurdumuzda daha güçlü toplumlar ve kimlikler inşa etmeliyiz. Artık daha az pasif hoşgörüye ve daha çok aktif, güçlü bir liberalizme ihtiyacımız var. Pasif hoşgörülü bir toplum yurttaşlarına yasalara uydukça, size karışmayız demektedir. Böyle bir toplum farklı değerler karşısında tarafsızdır. Fakat, inanıyorum ki gerçekten liberal bir ülke daha fazlasını yapmalıdır. Bazı değerlere inanmalı ve onları savunarak geliştirmelidir. Konuşma hürriyeti, inanç hürriyeti, demokrasi, hukukun üstünlüğü, ırk ve cinsiyet ayrımı olmaksızın eşit haklar. Bu ülke yurttaşlarına bunlar bizi bir toplum olarak tanımlayanlardır. Bu ülkeye ait olmak bunlara inanmaktır” demekteydi.[5] Ancak artık bunun için çok geçti. Zira ABD ve AB ülkelerinde bir yandan milliyetçilikle birlikte bir yandan da milliyetçi tepkiyi söylem zemininde kullanan popülist siyasetler yükselmeye başladı.
Öte yandan devletin verimsiz ve yeteneksiz olduğunu iddia eden, milli devletin aşıldığı propagandasını yapan neoliberalizm; sadece finansal değil, aynı zamanda entelektüel bir çöküş olan 2008 finansal krizi sonrasında piyasanın görünmez elinden değil, devletten yardım istemek zorunda kaldı.
Öte yandan küreselleşmenin ağır bir darbe aldığı, milli-devletlere karşı ideolojik saldırısının zayıfladığı ve milli devletlerin gücünün/faydasının anlaşıldığı bir dönemde Türkiye’de ise “PKK Açılımı” çerçevesinde PKK terör örgütü ile yapılan müzakerelerle birlikte milli ve üniter devletin tasfiyesi süreci başlamıştı. Büyükşehir yasasının Türkiye’yi idari federasyona sürükleyen bir adım olduğu yasanın çıkış aşamasında ve sonrasında gerçekleşen sert tartışmalar sırasında birçok kez gündeme gelmişti. Anılan tasarının yasalaşmasından hemen sonra dönemin Başbakanı Erdoğan, “Aslında bugün gündemimizde olmamasına rağmen, valiler de seçimle gelebilir” diyerek, gizli gündemini açıklamıştı. Valilerin seçimle gelmesi ile merkez-çevre ilişkisinin siyasi içeriği ağır bir darbe alacaktır. Büyükşehirler devletçiklere dönüşecektir. Böylece mevcut idari federasyondan adı konulmamış bir siyasi federasyona geçilecektir. Büyükşehir yasası ile aynı süreçte çıkar diğer bir yasa Kürtçe savunmayı mümkün kılan yasa olmuştur. Bu sırada Güneydoğu Anadolu’da Kürtçeye alan açma adı altında yer isimleri değiştirilmeye başlandı. Erdoğan 2013 yılında Kanal D'de canlı yayınlanan TV programında "2023 yılında eyalet sistemine geçebiliriz" diyerek; "Güçlü ülkelerde eyalet endişesi olmaz… Osmanlı'da Kürdistan Eyaleti vardı… Güçlü bir Türkiye, eyalet sisteminden korkmamalıdır…" diyordu.
Oysa dünya milli-üniter devletlere dönüş süreci içindeydi. Korona salgını öncesinde dünyanın birçok ülkesinde milliyetçi bazı popülist liderler/partiler iktidara gelmişti. Komünizmi yenerek SSCB’nin çöküşünün şartlarını oluşturan milliyetçilik şimdi de neoliberalizmi yenmektedir. Ulus devletler, küreselleşmenin 1990 sonrasında milli devletlerden aldığı bütün yetkileri geri alarak siyasetin ve ekonominin belirleyicisi olarak geri dönüyorlar. Bu kısa çalışmanın konusu, milli-üniter devlet yapısını incelemek, güçlü yapısını ortaya koymaktır.
Ulus Devlet
“Hakkında bu kadar çok konuşulan ulus devlet nedir?” sorusuna sokaktaki 100 vatandaştan belki bir tanesinden bilimsel anlamda doğru cevap alabiliriz. Ama ne olduğunu da herkes aşağı yukarı bilir. Ulus devletin tanımı zor ve karışık değildir. Ulus devlet, yurttaşlarının tamamının tek siyasal kimlik altında birleştiren devlettir. Ülkede yaşayan bütün etnik gruplar, dilsel gruplar, dinsel gruplar, sosyolojik kimlikleri ne olursa olsun siyasal kimlik olarak tek bir milli kimliğe sahiptirler. Siyasi kimlik olarak benimsenen bu kimlik, genellikle ülkenin kurucusu olan milletin siyasi kimliğidir. Bu milletin, devletin kurulmasını sağlayan ana unsur olması sebebiyle devlete kimliğini vermesi doğaldır. ABD gibi birçok milletten insan gruplarının oluşturduğu bir ülkede bir Amerikan milli kimliğini belirleyen temel kurucu unsur WASP’lar; yani beyaz, Anglo-Sakson ve Protestanlardır. WASP’ların çerçevesini belirlediği “melting pot” (eritme potası) göçmenlerin yeni milli kimlik edindikleri yerdir. Ancak kurucu milletler devlete kimliğini verirken, kimliğini milli/etnik bir kimlik olmaktan siyasi bir kimliğe dönüştürerek, eski anlamını genişletir ve yenilerler.
NOT: MAKALENİN DEVAMI İÇİN - https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar-merkezi/coken-kuresellesme-ve-yukselen-ulus-devlet