Bediüzzaman Hazretleri’nin krolonojik hayatını herkes yazdığı için biz davasından, mücadelesinden bahsetmeyi daha uygun buluyoruz. Said Nursi Hazretlerinin davası anlaşılmazsa herkes kendi anlayış ve meşrebine uygun yorumlar getirir. Bu da Risale-i Nur’un tam anlaşılmamasına sebep olur. Bediüzzaman Hazretleri’nin Tarihçe-i Hayatında da yazıldığı gibi “bir dava sahibinin ve bilhassa ıslahatçının muvaffakiyet şartlarının en mühimmi feragattır. Üstadın bütün hayatı ise baştanbaşa feragatın şaheser misalleri ile dolup taşmaktadır.” Aynı zamanda şefkat ve merhameti O’nu, insanların içine düştüğü imansızlık ve küfür bataklığından kurtarmak için kendisini cihad meydanlarına attırmıştır. Bediüzzaman Hazretlerinin mücadelesini tanıtan devreler vardır. Bunlardan birisi: İNGİLİZ BAKAN’IN DEHŞETLİ PLÂNI VE BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ Bediüzzaman Hazretlerinin dinsizlik akımlariyle mücadeleye başlamasına esas teşkil eden olaylardan biri de, o zamanın (1900 yılı) süpergücü olan İngiltere’nin Sömürgelerden mesul Bakanı Gladstone’un beyanatıydı. Bu bahis kendisinin Tarihçe-i Hayat kitabında şu şekilde anlatılmaktadır: «Bediüzzaman, Van’daki ikameti esnasında Âlem-i İslâm’ın vaziyetini bir derece öğrenmiş bulunu¬yordu. Bir gün Tahir Paşa bir gazetede şu müdhiş haberi ona gös¬termişti. Haber şu idi: İngiliz Meclis-i Meb’usanında Müstemlekât Nâzırı, elinde Kur’an-ı Kerim’i göstererek söylediği bir nutukta: Bu Kur’an, İslâmların elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalı¬yız, bu Kur’an’ı on¬la¬rın elinden kaldırmalıyız yahut Müslümanları Kur’an’dan soğutmalıyız, diye hitabede bulunmuş. İşte bu müdhiş haber, onda tarifin fevkinde bir te¬sir uyan¬dırmıştı. İstidadı şimşek gibi alevli, duyguları ve bü¬tün letaifi uyanık ve ilim, irfan, ihlâs, cesaret ve şe¬caat gibi hârika inayet ve seciyelere mazhar olan Bediüzzaman’ın bu havadis üzerine: “Kur’an’ın sön¬mez ve söndürülmez manevî bir güneş hük¬münde olduğunu, ben dünyaya is¬bat edeceğim ve gös¬tereceğim!” diye kuvvetli bir niyet ruhunda uyanır ve bu sâikle çalışır.» (Tarihçe-i Hayat sh: 51) SAİD NURSİ HAZRETLERİ’NİN DECCAL TARİFİ Bediüzzaman Hazretleri 1948 yılında Afyon Mahkemesinde Hakimlere hitaben aşağıdaki hakikati beyan etmiştir: «Hürriyet’ten bir sene evvel İstanbul’a geldim. O za¬man Japonya’nın başkumandanı, İslâm ülema¬sından dinî bazı sualler sormuştu. Onları İstanbul hoca¬ları benden sordular. Hem çok şeyleri o münasebetle sual ettiler. Ezcümle, bir hadîste: “Âhirzamanda dehşetli bir şahıs sa¬bah kalkar, alnında “Hâzâ kâfirun” yazılmış bulunur” diye hadîs var deyip benden sordu¬lar. Dedim: “Bir acib şahıs, bu milletin ba¬şına geçer ve sabah kalkar başına şapka giyer ve giydi¬rir.” Bu cevab¬dan sonra bunu sordu¬lar: “Acaba o zaman onu giyen kâ¬fir olmaz mı?” Dedim: “Şapka başa gele¬cek, secdeye gitme diyecek. Fakat baştaki iman o şapkayı da secdeye getirecek, inşâallah müslüman edecek.” Sonra dediler: “Aynı şahıs bir su içecek, onun eli delinecek ve bu hâdise ile Süfyan olduğu bili¬necek?” Ben de cevaben dedim: “Bir darb-ı mesel var: Çok israflı adama “eli deliktir” denilir. Yani elinde mal durmuyor, akıyor, zayi’ oluyor, deniliyor. İşte o dehşetli adam bir su olan rakıya mübtela olup, onun ile hasta olacak ve kendisi hadsiz israfata girecek, başkalarını da alıştıracak.” Sonra birisi sordu ki: “O öldüğü zaman İstanbul’da Dikili Taş’ta şeytan dünyaya bağıra¬cak ki fi¬lan öldü.” O vakit ben dedim: “Telgrafla ha¬ber verile¬cek.” Fakat bir zaman sonra radyo çıkmış işit¬tim. Eski cevabım tam değilmiş bildim. Sekiz sene sonra Dar-ül Hikmet’te iken dedim: “Şeytan gibi radyo ile dünyaya işittirecek.” Sonra Sedd-i Zülkarneyn ve Ye’cüc ve Me’cüc ve dabbet-ül arz ve Deccal ve nüzûl-ü İsa (A.S.) hakkında sualler sormuş¬lardı. Ben de cevab vermiştim. Hattâ eski risalelerimde onlar kıs¬men ya¬zılmışlar. (Şualar sh: 358) ŞERİ’ATA FEDA EDİLEN CANLAR Meşhur ve menhus 31 Mart hadisesinde göstermiş olduğu cesaret ve hakkın müdaasından bir bahis: «Nihayet menhus Otuzbir Mart hâdisesi meydana gelir. Şeriat isteyen ve o hâdisede ismi karışan onbeş ka¬dar hoca idam edilir. Bediüzzaman, onlar mahkeme bina¬sının bahçesinde asılı durdukları ve kendisi de pen¬cereden onları gördüğü bir halde mu¬hakeme olu¬nur. Mahkeme reisi Hurşid Paşa sorar: “Sen de şeriat is¬te¬mişsin?..” Bediüzzaman cevap verir: “Şeriatın bir haki¬ka¬tına, bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat, sebeb-i sa¬adet ve adalet-i mahz ve fazi¬lettir. Fakat, ihtilalcilerin is¬teyişi gibi de¬ğil!” Bediüzzaman’ın divan-ı harbdeki bu kahramanca müdafaası, o zaman iki defa tab’edilip neşredilmiştir. O dehşetli mahkemeden idamını beklerken beraet etmiş ve mahkemeye teşekkür etmeyerek, yolda Bayezid’den tâ Sultanahmet’e kadar arkasında kalabalık bir halk kit¬lesi mevcut olduğu halde: “Zâlimler için yaşasın Cehennem! Zâlimler için yaşasın Cehennem!” ni¬dalarıyla ilerlemiş¬tir.» (Tarihçe-i Hayat sh: 60) Cenab-ı Allah cc Bediüzzamanı hakkıyla anlamayı nasip etsin amin
HAZIRLAYAN: İTTİHAD İLMİ ARAŞTIRMA HEYETİ