Buna hedefe yönelik kemoterapi dediklerini belirten Kocatürk,"Hedefe yönelik kemoterapi özellikle son zamanlarda kullandığımız bir tedavi yöntemi. Akciğer kanseri 1 tane değil, pek çok alt tipi var. Bunların içerisinde, özellikle tüm dünyada ve ülkemizde son 10 yılda en çok görülen adeno kanser tipi öne çıkmakta." Dedi.
Kanserde birinci ile sonraki hücreler arasında farklar olduğunu vurgulayan Kocatürk, kanserin hücre yapısının sürekli değiştiğini ifade etti.
Sürekli mutasyona uğraya kanser hücrelerinin etkilendiği şeylerin tespit edilmesinin tedaviyi de kolaylaştıracağını anlatan Kocatürk, şöyle devam etti: “Biz bu bilgileri elde edersek, tümörün nelerden etkilendiğini bulursak o tümörün içerisine hangi ilaçların girebileceğini bilebiliriz. Bu nedenle almış olduğumuz biyopsiyi hedefe yönelik tedavi uygulanabilir mi diye moleküler ve genetik testlerden geçiyoruz. Özellikle EGFR, ALK, RAS, BiRAF gibi bazı testler yapıyoruz. Bu şekilde bu sürücü mutasyonlarının bu reseptörlere ve ilaçlara hassas olup olmadığını görebiliyoruz. Hassas ise özellikle “Trozin Kinaz İnhibitörü” denilen ilaçlar verebiliyoruz. Bunun önemi, bu ayrıştırmayı yapmadığımız takdirde bir kemoterapi ilacı verdiğimizde, kemoterapi hızlı bölünen hücrelerin tümünü öldürüyor. Dolayısıyla kemoterapi ilacı bu dost (sağlam) hücredir, bu kanser hücresidir demiyor tümünü öldürüyor. Örneğin hızlı bölünen tüm hücreleri öldürürken kan hücrelerini de öldürüyor. Dolayısıyla kansızlık ya da kandaki mikroplarla savaşan hücrelerin sayısında da azalma oluyor. Kısaca hastalar üzerinde istenmeyen pek çok yan etkisi oluyor.”
Kocatürk, belirtiği testlerin yapılması durumunda hedefe yönelik tedavinin daha kolay yapılacağını aktararak, "Biraz önce bahsettiğim testler yapılırsa, bu reseptörlere hassas gelirse ve biz o testlere uygun ilaçlar verirsek sadece tümör hücrelerini öldürüyor. Sadece tümör hücrelerini öldürdüğü için hem daha etkili oluyor hem de yan etkisi daha az oluyor. Bu tedaviye kısaca hedefe yönelik tedavi deniliyor"şeklinde konuştu. Kaynak : PHA
Kanserde birinci ile sonraki hücreler arasında farklar olduğunu vurgulayan Kocatürk, kanserin hücre yapısının sürekli değiştiğini ifade etti.
Sürekli mutasyona uğraya kanser hücrelerinin etkilendiği şeylerin tespit edilmesinin tedaviyi de kolaylaştıracağını anlatan Kocatürk, şöyle devam etti: “Biz bu bilgileri elde edersek, tümörün nelerden etkilendiğini bulursak o tümörün içerisine hangi ilaçların girebileceğini bilebiliriz. Bu nedenle almış olduğumuz biyopsiyi hedefe yönelik tedavi uygulanabilir mi diye moleküler ve genetik testlerden geçiyoruz. Özellikle EGFR, ALK, RAS, BiRAF gibi bazı testler yapıyoruz. Bu şekilde bu sürücü mutasyonlarının bu reseptörlere ve ilaçlara hassas olup olmadığını görebiliyoruz. Hassas ise özellikle “Trozin Kinaz İnhibitörü” denilen ilaçlar verebiliyoruz. Bunun önemi, bu ayrıştırmayı yapmadığımız takdirde bir kemoterapi ilacı verdiğimizde, kemoterapi hızlı bölünen hücrelerin tümünü öldürüyor. Dolayısıyla kemoterapi ilacı bu dost (sağlam) hücredir, bu kanser hücresidir demiyor tümünü öldürüyor. Örneğin hızlı bölünen tüm hücreleri öldürürken kan hücrelerini de öldürüyor. Dolayısıyla kansızlık ya da kandaki mikroplarla savaşan hücrelerin sayısında da azalma oluyor. Kısaca hastalar üzerinde istenmeyen pek çok yan etkisi oluyor.”
Kocatürk, belirtiği testlerin yapılması durumunda hedefe yönelik tedavinin daha kolay yapılacağını aktararak, "Biraz önce bahsettiğim testler yapılırsa, bu reseptörlere hassas gelirse ve biz o testlere uygun ilaçlar verirsek sadece tümör hücrelerini öldürüyor. Sadece tümör hücrelerini öldürdüğü için hem daha etkili oluyor hem de yan etkisi daha az oluyor. Bu tedaviye kısaca hedefe yönelik tedavi deniliyor"şeklinde konuştu. Kaynak : PHA